İçinde yaşadığımız dünya, son on yılda ve gelecek on yıllarda üçüncü devrim olan Bilişim Devrimi’ nin geçiş dönemini yaşamaktadır. Bu yaşanan süreç, tanımı ve standardı oluşmuş her ürünün, üretim tekniği ve organizasyonunun, ürün pazarlama yöntemlerinin yeniden tanımlandığı, her türlü var olma yönteminin tekrar sorgulandığı ve bu zamana ait doğruların oluşmasının sağlanacağı dönem olacaktır. Geçmişte, Tarım Devrimi ve Sanayi Devrimi’ nin geçiş dönemlerinde de olduğu gibi herkes tarafından kabul görecek doğruların oluşması ve ortak payda haline gelmesi zaman alacak ve belki de herkesin paylaşabileceği doğrular yerine zaman ve mekana göre değişebilen, esnek kabuller oluşacaktır.
Dünyada, yaşanmakta olan bu geçiş döneminin sancılı etkileri, elbette ülkemizde bir çok gelişmiş ülkeye oranla daha kuvvetli hissedilmektedir. Ülkemizin, geç sanayileşmesi ve birçok sosyal olgunun önceden planlanamadan yaşanması, dünyada yaşanmakta olan kargaşanın içeride daha etkili olmasını sağlamıştır. Ülkemiz, Sanayi Devrimi’ nin etkilerini standartlaştırmayı daha tamamlayamadan yeni bir devrimin tam içindedir.
Ülkemizde bu süreç yaşanırken her sektör kendi problemlerini çözmeye ve bu çözümleri meşrulaştırmaya inanılmaz enerji harcamak zorunda kalmıştır. Ancak her sektör içindeki her aktörün kendi anlayışı ile hareket etme çabası, alt yapı oluşturacak standartların oluşmasında ciddi bir zaman kaybına neden olmuştur.. Ancak bir araya gelebilen sektör içi aktörler, içinde barındıkları sektörü daha güçlü hale getirmiştir.
Yapı sektörü ise, kendi içyapısından dolayı zaten organizasyonunu ve ürünün kendisini endüstrileştirememiştir. Yapı sektörü içinde her ürün, problemleri olsa da her aktörün kendi çabaları ve rekabet ortamının gereği ile endüstrileşmiş ve standartları oluşmuştur. Ancak yapının kendisi ‘’modern ürün’’ olamamıştır. Yapı, işlevi gereği yerleştirme ve yerleşme kavramlarını barındırır. Yerleşme de karakteri gereği her defasında yerleşeceği coğrafyaya göre tekrar tariflenir. Barındıracağı, işlevsellik ve estetiğin yanı sıra ilk ve özel olma isteği, yapının kendisini ve yerleşeceği araziyi yapının üretim alanı olarak kabul edilmesini ve bant üretimin kurulmasının gereksizliğini ortaya koymuştur. Sorunsuz yapı üretimi için gerekli organizasyonun her yapı için tekrar oluşturulması, üretilen ürüne birebir maliyet olarak yansımasını sağlamış ve yapı üretimini pahalı olmak zorunda bırakmıştır.
Rekabetçi ortam, maliyetlerin düşürülmesini zorunlu kıldığında, birçok yatırımcı, ortak doğruların oluşamamış olması sebebi ile yanlış yönlendirilmiştir. Finanse ettikleri projelerde, kapitalin doğru paylaştıramamış ve ellerinde bulundurdukları potansiyel yapıların yanlış yerlerinde orantısız harcanmıştır. Yukarıda bahsi geçen nedenlerden dolayı oluşmuş güvensizlik ortamında teknik ve teorik olarak yetersiz ve eğitimsiz olmalarına rağmen güven verdiği iddia edilen şahısları ve/veya tüzel oluşumları sektörün içinde önemli yere getirmiştir. Elbette, sektörde organizasyonunu doğru yapmış, birçok kurumsal ve değerli inşaat firması, aktif olarak bulunmaktadır. Ama bu kurumsal firmaların istihdam ettiği yapı birçok küçük ve orta ölçekli yatırım için çok hantal ve maliyetli olmaktadır. Ayrıca bu tür oluşumların marka değeri, çoğu zaman yapılan yatırımın ürün değerini ve yatırımcıyı gölgede bırakır. Bu kurumsal yapıların merkezi idare biçimi, işleyişinin yazılı prosedür ile çalışması ve hiyerarşik diziliminin büyüklüğünden ötürü hantallığı, her projeye hızlı olarak reaksiyon vermesini ve çözümler üretmesini engeller. Esnek olamayan, yeri geldiğinde kişisel düzeyde bile pozisyon alamayan bu işletmeler, nerede ise tüm küçük ve orta ölçekli yatırımcıların ve kurumsal kimliğini tamamlamış büyük ölçekli üretici firmaların inşaat işleri ile ilgili olarak çözüm ortağı olamaz, yapısı ve işleyiş maliyetleri bunu mümkün kılmaz.
Oluşturduğumuz, ortak platform işleyişi, işletme maliyetlerini çözüm ortakları ile paylaşma ve dağıtma yoluna giderek, bu hizmetin maliyetini ekonomik hale getirmiştir.